Böğürtlenli Muffin :)

Tabiki sadece dışarda yemiyoruz!
İşte bu da benim eserim:

Son dönemde evimizde yükselen böğürtlen trendi Migros'tan 5.99'a aldığımız muffin kaplarıyla buluşunca ortaya aha da bunlar cıktı:

Tarif vermiyorum, internette bolca var..
Önemli olan el mahareti:P

Pizza Pizza!

Milano'ya akşam saatlerinde varıyoruz. Havalanından kiraladığımız arabayı teslim alırken yetkili abladan GPS istemektense, "Do you have the map of the town?" sorusunu soruyor; ve 8 günlük seyahatimiz boyunca "Clara" yerine bana ulvi "co-pilot" ünvanını kazandıracak başarılı bir harekete imza atıyoruz. Dolayısıyla Milano şehir merkezine varışımız, otelimizi buluşumuz ve açlıktan ölmek üzere kendimizi dışarı atışımız gece yarısını buluyor.
Şehri dolaşıp en beğendiğimiz yerde yemekten ziyade, ilk gördüğümüz yerde, ne bulduysak onu yiyeceğimiz kesin. Şans bu ki ilk gördüğümüz yer, tüm seyahat boyunca neredeyse en severek yemek yediğimiz yer oluyor. 

(Bu fotoğrafı ertesi sabah çekiyoruz tabi:) )
Buenos Aires Caddesi'nde bulunan Loreto Meydanı'nda, hemen de Metro girişinin karşısında bir köşe restoran; "STOP Grigleria STOP Cafetteria STOP Pizzeria!". Tamam adı biraz dandik, ama içi klasik bir italyan restoranı; enfes pizza, kareli örtüler, bağırarak konuşan insanlar.
Mekan o saatte bile baya doluca..
Menude pizzalar, makarnalar ve çeşit çeşit biralar var. Hemen bir pizza söylüyoruz, büyük olur paylaşırız diye. Evet mantarlı pizzamız büyük, ama masaya gelişi ve bitişi arasında dakikalar bile geçmiyor. Ispanaklı ve mozzerellalı olan hemen arkasından onu takip ediyor. Pizzalar incecik, yağsız, çıtır çıtır; İtalya'da olduğumuzu o an idrak ediyoruz:)


Bir de bira mevzusu var ki, hayli önemli! Yıllar yılı fıçı fıçı içtiğimiz Efes, Erhan'ın ayrı bir hevesle sarıldığı Tuborg ve takip eden ama çok da fark getiremeyen diğerleriyle (TAPS bu noktada bir umut ışığı olmuştu aslında ama, neyse şimdi..) şişmiş ama mutluluğu bulamamış midelerimize bayram ettirecek cinsten 50 çeşit bira var menude. Ondan, bundan,şundan nerdeyse hepsinden (:P) söylüyoruz sırayla. Tabi bi köşeye not etmiş olsak bugün bu satırlarda adları da geçecek caanım biralar afiyetle içildikleriyle kalıyor; eh işşallah bi dahaki sefere..

Polenezköy'de Kendin Pişir Kendin Ye


Eh henuz bahceli bir evimiz yok. Dolayısıyla "Mangal mı yapsak?" sorununa verilecek en popüler cevabımız Polenezkoy! Günübirlik mangal turlarımızın favori rotası, özellikle ilkbahar ve sonbaharda çok kalabalık olmayan Polenezkoy, sakin, huzurlu bir orman yürüyüşünün ardından mis gibi bir mangal keyfi için ideal. Üstelik Avrupa yakasında oturmamıza ragmen, haftasonunu trafiksizliğinde ikinci köprüden çok kolay ulaşıyoruz.

Belli başlı 2 mekanımız var. "Stella Pansiyon" ve "Yeji Dohoda Bahçe Et Mangal". Stella hem 10 odalı bir pansiyon hem de kendin pişir kendin ye hizmeti veren bir restoran. Ekip son derece ilgili, etler leziz (pişiren de de maharet var elbet), közde domates&biber yanında, salata ve patates kızartması bol kepce, e tabi bir de turşu var sofrada :)

Ve Emrah usta iş başında.. 
 

Yeji Dohoda Bahçe kahvaltı servisi de bulunan ama kendin pişir kendin ye üzerine ihtisaslaşmış bir işletme. Süper bir bahçeye kurulmuş, çimlerin üzerinden her an teletabiler koşup gececekmiş hissi veren. Erken saatlerde gidip top oynayı ip atlamak, hop hop hoplayıp zıp zıp zıplamak mümkün. 
Gel gelelim servis konusu biraz problematik. Genellikle cok kalabalık olması ve az adam çalıştırması sebebiyle garsonu yakalamakta, sipariş vermekte ve siparinize kavuşmakta  zorlanıyorsunuz. Üzerinde "soguk içiniz" ibaresi bulunan sıvı gıdaları sıcak getirmek konusundaki ısrarlı tavırlar da can sıkıcı olabiliyor. Yine de mangal yanınca hepsi unutuluyor. Açık hava kesinlikle iştah açıyor.




Youthrep'in Meşhur Kahvaltısı

Aksam yemekleri için "bir dönem" en yüksek frekansla "tercih ettiğimiz" eski ofisimizde kahvaltı servisi, kendisine aslında ayrı bir entry yaratmamız gerekli olan Ay Yıldız büfenin "çift kaşarlı domatesli tost" sponsorluğunun dışında pek sık rastlanır bir aktivite değildir. Lakin az ve öz olan destansı olur. Yazın gelişi, bomba bir projenin onaylanışı, resmi tatil gününde çalışmak için motivasyona ihtiyac duyulması ve benim şirketten ayrılışım gibi kutsal sebeplerle düzenlenen etkinlikler Youtrep'te bir bayram havasında geçer.

Sabah, bir onceki gece kesinlikle toplaştırılamamış olan paracıkların zorla ahaliden sökülmesi ve Hakan-Güven-Melis üçlemesinin yakındaki marketi soymaya gitmesiyle başlar curcuna. Pakette mutlaka bulunması gereken ve çogu zaman az bile gelenler krem peynir, Nutella ve reçeldir. E malum zor bir iş günü bu gençleri beklemektedir. Özellikle Nutella'nın tek paket olması sıraya girmeden ziyade elinden kapma girişimlerini de beraberinde getirir. Bu girişimler somun somun ekmeği götürse de doymayan biz sefiller tarafından sofrada tereyagı dışında katık edilecek bir madde kalmayana kadar, bir diğerinin ne yemekte oldugunu da takip etmekle beraber, sürdürülecektir.

  
THE END ...
 

Yemesini olduğu kadar, yapmasını da sevdik! 
Benim can sıkıntım Erhan'ın üstün organizasyon yeteneğiyle buluşunca ortaya ufak çapta da olsa bir şirket aktivitesi çıkıyor, Trend Show ekibinin bir bölümü Chef's İstanbul'da bulusuyor. Günlerden bir gün iş çıkışı doğru Beyoglu'na. Mustafa Usta biz hevesli kalabalığı buyur edip önlüklerimizi dağıtıyor. İlkokul çocukları gibi bıdır bıdır konuşup zıp zıp zıplamamızı biraz yadırgıyor haliyle hocamız. Şükür ki Özlem Ablamız başımızda, toparlıyor durumu.

Usta "Çikolata Kuvertür"lerini biz gelmeden eritmiş. Erimiş beyaz, bitter ve sütlü çikolata kaplarını dağıtıyor bize, ve olay o noktada kopuyor aslında. Çikolatalarımızı yapmak için kullanacağımız hammaddelirimizi afiyetle götürüyor, sermayeden yiyoruz.

Macera, fındıklı bademli Beyoglu çikolataları; kakao, yeşil fıstık, hindistancevizine bulanmış truffle'ler; meyveli, likörlü, karamelli şekil şekil kalıp çikolatalarla devam ediyor. Bir yiyor, bir yapıyor, sonra "aa bunu ben mi yaptım" diyoruz. Çok eğleniyoruz, çikolataya doyuyoruz. 3 saat kadar sonra yanımızda kendi yaptığımız tazecik 3er çikolata paketiyle ayrılıyoruz Chef's İstanbul'dan. Aksam yemeği ile buluşmamış midelere bu kadar çikolata fazla gelmiş, tuzlu birşeyler yemek lazım diyor, aksamı Şampiyonda noktalıyoruz. Gerçekten de hazin bir son oluyor...
                                       


Barcelona'ya daha yeni varmışız. Ellerde bavullar çekiştire çekiştire Via Laietana'dan aşağı dogru yürüyor, bir yandan sevgili ev sahibimiz Silver abi ile telefon görüşmeleri yaparak kalacağımız "Apartment" ı bulmaya çalışıyor, diğer yandan "karnımızı mı doyursak once" düşüncesiyle birşeyler yiyebileceğimiz bir yer bakınıyoruz. Aslında tam da o sırada "crep" kelimesiyle ilgili algıda seçicilik yaşayan Elif'in gözüne takılıyor "Creps de Barcelona"

"AA ne güzelll" diye cama yapışıyorum ben de hemen. Ancak dakika itibariyle açlıktan gözü dönmüş ve az sonra Katalan sucugu ve Pizza ile bünyeyi tatmin edecek olan Erhan ve Cihan için çok "light" bir seçenek olan Krep üzerinde pek durulmuyor. Yola devam...
Bahsi geçen Katalan sucugu ve Pizza az ilerde bulunan; ve takip eden günlerde gece gec saatlere kadar açık ve her daim dolu oldugunu tespit ederek Barcelona'nın Kızılkayalar'ı olduguna kanaat getireceğimiz kose büfede yeniyor. Sucuk tam Cihan'ın agzına layık ki şapırdata şapırdata yiyor yanındaki fasulyeler ve patatesli&otlu, kalınca (rahat 5cm vardır) bir omletle birlikte. Erhan, ben ve Elif pideden bozma 2 pizzayı paylaşıyoruz, arada da Cihan'ın tabagına tacavüz ediyoruz. Peynirli pizza biraz agır, mantarlı başarılı olsa da bizim pidelerimiz yanında halt etmiş. Zaten konumuz bu değil..

"Creps de Barcelona" ya dönüşümüz, takip eden gunlerin bir gece vakti oluyor. Cihan ve Elif'in pili bitmiş ve odaya donmuşler bir sure once, Erhan ve ben ise artık içmekten içi cıkmış midelerimize kendimizi nasıl affettiriris diye düşünüp krepçinin yolunu tutuyoruz ve o saatte (12 civarı) açık olmasına pek seviniyoruz.
İçerde 1 tek dolu masa, 1 garson kızcağız bir de tezgahın arkasında krepleri de pişiren abi var.
Menude birdolu tuzlu ve birdolu da tatlı krep seceneği mevcut. Biz tercihimizi elbetteki tatlıdan yana kullanıyoruz. Ben çikolata soslu ve çilekli olanı seçiyorum, Erhan da karamel soslu ve vanilyalı dondurmalı!

Bir de mum ışıgında romantik bir ortam:)

İlk başta porsiyon kocaman geliyor gozume ama o kadar lezzetli ki kendimi durduramıyor, gecenin o saatinde hepsini silip süpüyorum. Sadece krep yapan, krebin bir sürü çeşidini yapan ve pek de güzel yapan bir yer olması cok hoşumuza gidiyor. Fiyatlar biraz tuzlu tabi.. (tatlı krepler 6-10 Euro)

Sakızlı Kahve ve Reçel, Gökçeada


2 günlük bir tatil için çok uzak (!) diye söze başlayıp yaklaşık 2 saat 1 simite hasret beklediğimiz vapur sırasını hüzünle anıyorum. Çanakkaleli gençlerin burdaki potansiyeli görmemeleri ya da görmemezlikten gelmeleri bizi bir hayli üzdü. Zira simit&çay ile yaptığımız kahvaltıyı bu satıra dökmek isterdim, nasip..
Yorucu yolculuğun ardından bir miktar deniz keyfi yapıyor, aksamüstü gezi ve yiyi maksadıyla vaktizamanında Gökçeada'nın en kalabalık bölgesi olan Zeytinliköy'e çıkıyoruz.  Taş sokaklarda dolanıp eski rum evlerini fotoğraflarken "Madamın Dibek Kahvesi" ile beraber toplam 4 kahvenin bulundugu meydana cıkıyoruz. Kahvelerin hepsi sakızlı türk kahvesi ve yine sakızlı dondurma/sütlü tatlılar sunuyor. Anladığımız kadarıyla dibek şu manaya geliyor: Taşa oyulmuş bir çukurda kahve çekirdekleri 10 kiloluk demirle ezildikten sonra elekten geçiriliyor. Kahve taze taze günlük hazırlanıyor. Bu sırada Erhan burda bir madam vardı diye aranıyor ama kendisi bir kac sene once vefat etmiş. Dükkanı oğlu işletiyor.

 
Aksam yemeği için Ali Amca'nın yönlendirmesiyle Kaleköy tarafına gidiyoruz. Burada sahil
boyunca ufak balıkçılar var zaten. Dolu gözüken birine rasgele oturuyor, garson bizimle muhatap olmayınca kalkıp başka birine geçiyoruz. Bu tecrübeyle dolu olan mekanın her zaman iyi mekan olmadığını bir kez daha sabitliyoruz. Başarılı bir karar oluyor bu geçiş, adını hatırlamamın mümkün olmadığı lokantada taze kalamar ve balıkları afiyetle götürüyor bizim ekip, mezeler ve salatayla da ben mutluyum, değmeyin keyfimize.. 



Vapur sırasında elimize "flyer"ları tutuşturmak suretiyle gerçekleşen pazarlama aktivitesi sonuca ulaşıyor, sabah kahvaltısı için adres "Çakırın yeri". Zeytin, ceviz, çağla abuk sabuk her şeyin reçeli var, hem de bi güzelll!!! Özellikle Zeytin reçelini pek bir sevdim. Reçeller dışında peynir, bal zeytinyağı, şarap hepsi ev yapımı. İster lokantada yiyor, ister dükkandan alıp eve götürüyorsunuz. Bizim ada şarabına karşı ön yargımız var. Ama diğerlerini afiyetle götürüyor herkese tavsiye ediyoruz.




Sadece salatası için Amasra'ya kadar gidebilecek adanmışlığa sahibiz. Ama hazır niyet etmişken arada Sapanca ve Abant'a uğruyor ne yiyebiliriz bakıyoruz. İyi de ediyoruz ki Sapanca kordonunda açık bufe kahvaltı ve mis gibi çay , hafta sonu erken kalktığı için mızırdanan bedenleri kendine getiriyor. Gözler hala kapalı ama, uykudan değil, güneşten. Kahvaltıda yöresel falan bir numara yok. Bir çorba olayı vardı ama ona da bir anlam veremedim şimdi. Her neyse, peynir-zeytin-salam büfeyi süpürüyor 3-5 bardak çayla demleniyoruz. Kahvaltıda sınırsız çayı cok seviyoruzzzz!


Abant bizi yoruyor; at bin, karda yürü derken Amasra'daki tek adresimiz "Lütfiye Teyzenin Pansiyonu"na varıyoruz. Lütfiye Teyze her zamanki gibi yerim yok diyor ama bize bir oda veriyor. Ardından acıkan karınları, daha once Duygu ve Deniz ile beraber test edip onayladığımız "Çeşm-i Cihan Restoran" a taşıyoruz. 


Amasra Salatası ENFES! Garip bıçaklarla kesilmiş oymalı kakmalı havuc ve turpların altında salatalık, domates, soğan, marul, kırmızı lahana, yeşil biber, maydanoz, roka, semizotu, dereotu, gibi bilimum ot bir arada. İnsan "amaan ben de evde bundan yaparım" diyor ama olmuyooorrr olmuyorrrrrrr.



Bir de balık mevzusu var tabi, karadenizin azgın dalgalarında kopup gelmiş mevsimine göre taze taze.. Ekim sonundayız o zaman, Erhan Barbun yiyor, ben soyleyince ne kadar inandırıcı olacağı şüpheli olmakla beraber, "balık agızda dağılıyor":P Olsun ben salatam mezem ve tabi patates kızartmamla mutluyum:)

 
Lütfiye teyzenin balkonunda yudumlanan biralarla sona eren gece, yine o balkonda Lütfiye Teyze'nin elleriyle hazıladığı, manzaraya yaraşır kahvaltıyla yeni günle bulusuyor.




Assos Camping

3 yıldır her yaz mutlaka uğruyoruz. Ana amac yemekten ziyade ruha huzur serpmek pek tabi. Ama özellikle 19 Mayıs'ı bir şekilde 3-4 güne bağlayıp sezonu Assos'ta açmak soğuk suya dalıp çıkmak hayli acıktırıyor insanı:) Favori konaklama mekanlarımız Yelken Camp ya da Çakır Pansiyon , zaten 5-6 odalı olan "tesislerin" 2si de son derece şirin, samimi ve keyifli, hangisinde yer varsa orada kalıyoruz biz de. Sabah kahvaltısı çok bomba olmamakla beraber güne biraz hafif başlamakta yarar var. Zira gün boyu yiyecek çok şey var:) Assos'un meşhur sakızlı ve bal bademli dondurması aklıma geliyor misal ve ağzımın suyunun akmasına sebep oluyor anında. 2 kornet hamuru arasına yaptıkları waffle dünyanın en lezzetli şeyi diye düşünüyorum. İstanbul'da olsa her gün yer topac oluruz kesin. Arasına dondurma koyuyor hatta nutella ya da fıstık ezmesi de sürüyorlar isterseniz... Akıllara zarar! 2 dondurmacı var, ben hep Nazlıhan'ın iskelesinin karşısındaki ustadan yiyorum, hiç vazgeçmiyorum:)
Aksam üstü bira yanında patates kızartması özlenen anne tarzında, yanında yoğurtla. Mangal o saatlerde tütmeye başlamış zaten.  Özellikle hafta sonları Çanakkale'den ve diğer yakın illerden günübirlikçiler de biz campingcilere eşlik ediyor.


Derken aksam yemeğienfes mezeler ve mis gibi tazecik salata ile başlıyor. Haydari, börülce, patlıcan salatası, kızartma, meze secenekleri her gün değişiyor. Öğle saatlerinden beri yanan mangala atılan balık, tavuk ya da kofte tercihinizle keyif doruga cıkıyor.. Erhan yine balık ve her aksam balık yiyor ben tavuk kofte arasında git gel yapıyorum. Hepsi  mis gercekten. Bir de köy ekmekleri mangalda kızarıyor! Usta işi biliyor. Gercekten de afiyet oluyor!

Nereden başlaşam sorusunun cevabını çok aramıyorum. Zira dün aksam yine ne yesek diye dertlenen midelere bayram neşesinin son demlerini yasatan Namlı Gurme en yakın adres zihinlerde. Haftasonu kahvaltılarının favori mekanı; bin çeşit peynir, zeytin, yumurta ve mezeleriyle insanın aklını başından alan ve görmemiş bir turiste dönüştürüveren tükkan. Bu noktada gözünüz dönüp kendinizi garsonların bol kepcelerine emanet etme, hem mide fesatı geçirme, hem de cüzdanı kasaya teslim etme riski de yok değil. Bakınız bizim başımıza bu durumun geldiği ziyaretlerimizden bir enstantane.


Söz konusu vakkada gelen omlet harcındaki 3,5 kilo et ve tahmini 12 yumurtalık içeriğiyle Cemal, Kadir, Erhan 3lüsü için bile fazlaydı, tanıyanlar anlar. Ancak daha bilinçli seçimlerde,  örneğin, kendi hazırlayacağınız bir peynir-zeytin tabağı, Duygu'nun favorisi pastırmalı yumurta (tek çeşit et), sucuk-peynir şiş!, meze seçeneklerinden kurutulumuş patlıcan doması, pazı kavurma, TURSUUUUU! Hal boyle olunca pazar aksamı bile ayaklar sürükler bazen, ugrayıp bir cay içsek haftasonu yeni başlıyor gibi hissedermiyiz umutlarıyla..

Bu parcalar da Elif'in objecktifinden...